27 Ocak 2010 Çarşamba

Histanbul


Efendim dün biricik sevgilim Asiye'm beni Garajistanbul'da şu sıralarda da oynanmakta olan "Histanbul"a götürdü.


Oyunun yönetmenleri Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran; yazan, çizen, seslendireni Kemal Gökhan Gürses ve oyuncuları Memet Ali Alabora (Hayır; "MeHmet" değil, "Memet") , Sibel Tüzün, Evrim Demirel ve Ata Güner.


Oyun kısaca İstanbul'u temsil eden ve Sibel Tüzün'ün canlandırdığı "İstanbul" isimli kadını ilk gördüğü anda ona aşık olan ve Memet Ali Alabora'nın canlandırdığı jeoloji mühendisi Ali Bora'nın (Evet, tamamen katılıyorum!) hikayesi üzerinden İstanbul'un farklı yüzlerini karikatür sanatı ve şarkılarla anlatmayı hedefleyen bir çerçeve üzerine kurulu.


Tamam, tiyatro eleştirmeni değilim, bunun okulunu da okumuyorum (Vuuuhuuu! Kompleks yapmışız!) ancak tiyatroya dair hiçbir fikrim olmadığı söylenemeyeceğinden seyirci gözüyle birkaç fikir beyan etmek isterim. (Beyan dedim.)


Fikir kimsenin itiraz edemeyeceği kadar iyiydi ancak oyunculukların durumu karikatürlerde canlandırılan karakterlerin performansının daha çok dikkat çekmesine sebebiyet verecek kadar vahimdi. Şimdi karikatürlerin nasıl oyunculuk yaptığını anlatıp sürprizini kaçırmayayım, her halükarda gidilip görülmesini tavsiye edeceğim bir oyun zira.


Benim izlediğim performans, oyunun Sibel Tüzün'lü ilk prömiyeriydi*. Daha önce İstanbul'u canlandıran Roza Erdem'le karşılaştırılınca Sibel Tüzün'ün oyunculuk yönünden epey yardıma ihtiyacı olduğu söylenebilir(-miş, zira ben Roza Erdem'i izleyemedim). Ancak elbette ki şarkıları seslendirmedeki başarısına laf atacak halde değilim. Yalnız farz-ı misal "Sahnede konuşurken neden tonlama yapmalıyız?" ya da "Neden mizansenleri canlandırırken rol arkadaşımızı takip etmemiz gerektiğinde gözümüzü dike dike değil de hangi hareketi yapacağımızı hatırlayamadığımızda bunu seyirciye sezdirmeden halletmemiz gerekiyor?" sorularının yanıtını bulup da oyuna çalışmış olan bir Sibel Tüzün'ü sahnede görmek daha lezzetli olabilirdi. En azından sesini dinlemenin yaşattığı keyif ve kostümün azizliğinin dillere destanlığı (Söylemem, gidin izleyin!) hem göze hem kulağa hitap ediyor. (Haaah, s..tım, magazin programı sunucusu gibi yazmaya başladığım an da geldi!)


Yalnız, çok üzgünüm ama hadi en azından Sibel Tüzün'ün sıfatı "oyuncu" değil. Memet Ali Alabora neye hizmet etmesi amacıyla oyunculuğunun yetersizliğini kanıtlama çabasına girmiş, anlamakta zorluk çektim. Nihayetinde kendisini "Yılan Hikayesi"nde, şu an hatırlayamadığım ve hatırlamak için google'da araştırmak üzere kasamayacağım birkaç projede, "Eve Dönüş"te ve "Yedi Kocalı Hürmüz"de izledik, puanımızı verdik. Hasılı "Ya bu adam cidden kötü oyuncu" yargımızı hatırlatmasına gerek yoktu diye düşünüyorum. İyi yakışıklı makışıklı ama ezberini unutma, dil sürçmesi, enerji düşmesi bir kez olur, iki kez olur. Bütün yakışıklıların her yaptığı iş popüler olabilir lakin yakışıklılık geçer, kabiliyetsizlik baki kalır. Bruce Willis'e de selam yolluyorum buradan.


Bütün bunların dışında oyunun (Daha doğrusu Garajistanbul'un) en büyük eksikliklerinden biri teknik aksaklık geleneğini sürdürme alışkanlığı. İzlediğim birkaç oyunda da gördüğüm kadarıyla Garaj her nedense çok çeşitli teknoloji ürünlerine oyunlarında yer vermeyi pek seviyor ancak bunları ustalıklı biçimde kullanmakta bir çeşit özür sahibi. Seyircinin toleransını suistimal etmek saygısızlıktır. Ben ne talih ki Garajistanbul'da birçok oyun izleme şansını bulabiliyorum, buradan hareketle teknik hataların her oyunda tekrar ettiğini gözlemleyebildiğimden Garaj'da sürekli oyun izlemeyen seyircinin enayi yerine konmasını doğru bulmuyorum. Aldığım duyumlara göre teknik aksaklıklar teknoloji ürünlerinin çok eski olması, sahnenin açılışından beri aynı kulaklıkların, headsetlerin vesairenin kullanılıyor olması imiş. Övül Hanım? Mustafa Bey? Yenilerini alınız...


Ya da teknik kullanamıyorsanız kullanmayınız. Yapamıyorsanız yapmayınız. Lise müsameresi değil bu.


Bütün bunların ötesinde müzisyen Evrim Demirel ve DJ. ve VJ. Ata Güner'in profesyonelliği ve başarısı teknik malzemelerin yetersizliğine rağmen yüreklere su serpti.


Bütün oyunun yıldızıysa bana göre sahnede sesiyle yer alan Kemal Gökhan Gürses'ti. Aynı zamanda karikatürleri çizip seslendiren ve oyunun yazarı olan sanatçı, bana göre en sağlam komedi unsurlarını oluşturuyordu. Özellikle seslendirmedeki çok inceden sezdirilerek yirmi beşinci kare mantığıyla seyircide iz bırakan küfürler oyunun en komik kısmıydı. Zira seyirciye bir sözcüğün içindeki küfrü andıran kısmı sezdirip "Acaba ben mi fesatlık yapıyorum, böyle bir şeyi kastetmiş olabilir mi?" diye düşündürmek her babayiğidin harcı değildir.


Oyun komik, oyunun müzikleri güzel, kaliteli, ilk oyundu, gelişeceği şüphesiz. Umarım siz de izleyip beğenirsiniz.
*Prömiyer'in "İlk oyun" anlamına geldiğini biliyorum. Kasten yaptım.


Hev!

Hiç yorum yok: