27 Şubat 2010 Cumartesi

komik olduğumdan değil, bir b.k bildiğimden değil; dedim ya ben pişkinim...



Evet, bir anda protest kişiliğim devreye girdi. Ben artık ben yaptım olducu, bananeci ve bana dokunmayan yılan bin yaşasıncı zihniyetimden sıyrılıp kendimi aktivist güruhun sımsıcak kucağına salıverdim.


Kontör fiyatlarının sapıtmasıyla eşzamanlı olarak artık 657'ye tabii bir memur olduğum gerçeğinin beni sürüklediği "zıkkım kamu hattı"na geçme ihtirasımdan son anda caydım. Her ay kontöre yüz kutu yaş mama parası saçmak uğruna sadece ama sadece reklam stratejilerinden duyduğum rahatsızlıktan mütevellit hattımı değiştirmeyip Aslı ve Emre'nin maceralarını takip etmeye devam edeceğim.


İnceden antipatik ve kibirli olsa da saygıyı her katresiyle (Ne "katre"si be! İyice sapıttım!) saygıyı hak eden Uykusuz yazarı Vedat Özdemiroğlu'nun da geçen hafta köşesinde benimle aynı fikirleri paylaştığını görünce de daha bir böyle onore oldum. Kendisi "Garabet mizahtan tiksindiğim için hattımı değiştirdim." yazmış. (Mizah dergisi demişken, "Penguen" okuyanınız varsa Kaan Sezyum'un yazılarına özellikle dikkat etmenizi rica ediyorum. Evet, ben de aklıma gelen her cümleyi böyle çok ilginçmiş edasıyla kurup araya saçma sapan, zoraki marjinal kelimeler serpiştireyim; Penguen bana da para versin! Artık dergicek anket mi yaparlar ne yaparlar, bir baksınlar dergi okurlarından bu ilginçler ilginci kişiliği kimler bilhassa okumayı tercih ediyor? Bunlar mizah dergisi yazısıysa Umut Sarıkaya çağımızın Aristophanes'i falan oluyor o zaman. )


Keşke herkesin beyni akla gelen ilk espriyi yapan, şişman tiplemenin adını "Tosun" koyan, ucuz bir tavuk esprisini binlerce farklı versiyonda kullanma çabasına girişen reklamlarla tüketiciye hitap etmekten hiçbir şekilde hicap duymayan; ya da rakip firma diye piyasaya "Bir başka angut tiplemesi" formatında halka geri zekalı esprilerle ve ülkenin en üçüncü sınıf komedyeniyle ulaşmaya çalışan marka politikalarını protesto etmenin aslında ne kadar yerinde ve gerekli olduğunu idrak etmeye yetse de, biz de halkın büyük çoğunluğunu oluşturup sinema salonlarını tıklım tıkış doldurarak Recep'in patlayasıca göbeğini doyurmaya hizmet eden tutuk zekalı çoğunluğa müdahil; kurunun yanında yaşın da yanması misali; bu pişkin şirketlerin (Ki içlerinden birinin zamanında sömüre sömüre, herkesin gözü önünde çocuk istismarıyla canım ülkemin geri zekalı, eğitimsiz ve nöron fakiri kesiminin sempatisini kazanmışlığı da vardır.) yaptığı "Türk halkı embesildir." muamelesine maruz kalmasaydık. Olmadı.


Hev...

24 Şubat 2010 Çarşamba

Emekçi balmumu...




Bu aralar Türkiye'de Recep İvedik'in en çok izlenen film olmasından daha şaşırtıcı olmayan bir biçimde hayatımda olup bitenler otobüs-metrobüs-vapur seyahatlerinde şahit olduğum yurdum insanı profillerinden ibaret.

Geçenlerde de metrobüs Zincirlikuyu durağında inip Beşiktaş'a; bal tanem Asiye'min yanına giderken bindiğim otobüste, hayatım boyunca karşılaştığım en saçma şeyler listesinde ilk beşe hiç de zorlanmadan girebilecek absürdlükte bir vakayla karşılaştım.

Bir insan alın. Cinsiyetini erkek yapın. Tenini esmerleştirin, top sakal ekleyin. Biraz tipsizleştirin. Fitilli kadifeden lacivert bir pantolon giydirin. Üstüne kırmızı-siyah pötükareli bir oduncu gömleği giydirin. Çapraz devetüyü bir postacı çantası takın.

Bildiğiniz emekçi-devrimci tiplerden oldu mu? Güzel...

Şimdi bir anda saçlarını alakasız biçimde uzatıp "rastalı" yapın. Beyninizde yeterince iğrenç bir manzara oluşmadıysa aynı şeyi Zekeriya Beyaz'a yaptığınızı düşünün.

Öyle bir fiziki mevcudiyet kepazeliği düşünün ki; İsmail Hacıoğlu'nun "Kabadayı" filmindeki eğretilik timsali rastalı hali, bu abimizin kendisine yaptığı şeyin yanında ben diyeyim Robbie Williams, siz deyin Edward Norton kalıyor...

Buradan o rastalı tipe sesleniyorum! Eğer bu blogu okuyorsan (Hı hı, tabi.) şu sözlerim kulağına küpe olsun: Umarım o rastayı bir iddia üstüne yaptırmış ve her yeni günü saçlarının bir kaza sonucu alev alması için dua ederek karşılıyorsundur. Rastanın sana yakıştığını falan söylemeye kalkan yılan sinsiliğindeki arkadaşlarını da hayatından çıkar. Evet, bir hata yapıp kendine bunu yapma kararı almış olabilirsin ancak kainatta hiçkimse saçlarını beğenen erkeklerin dünya üzerindeki rakiplerinden birini daha eleyip kişi başına düşen kız oranında kendi paylarını yükseltme çabasında; saçlarını beğenen kızlarınsa çıtayı düşüre düşüre en nihayetinde seni ağlarına alma gayesinde veya basitçe lezbiyen olduklarını anlayamayacak kadar embesil olamaz.

Berber! Hemen şimdi!

Hav!

21 Şubat 2010 Pazar

Şirinevler istikametinde anti-cinsiyetçi taciz...


İki gün önce işten eve dönerken her gün bindiğim otobüse yine binmiş, sevgi pıtırcığı yuvama dönüş yaparken otobüsün orta boşluğunda bir yandan kollarını demire dayayıp pencereden dışarıyı seyrederken bir yandan mum kokulu Hande Ataizi modunda kaba etini geriye geriye seğirterekten kendi çapında bir Jennifer Lopez klibi çeken, çok dar kotlu, favorileri kaş hizasında ve tahminen otuzlarının sonunda çırpınan, ihtimal ki varoşluk yüzdesi hayatının hiçbir periyodunda 80'in altına inmemiş histrionik eşcinsel tiplemesini gördükten sonra aynı otobüs hattında daha önceden tanık olduğum bir hadise beynimde yeniden peydah oluverdi ve burada hak ettiği yeri bulmasını istedim.

Efendim, toplu taşıma araçlarında fortçuluk ve taciz malumunuz. (Sıkıcı olmaya başlamak.) Ne var ki, Şirinevler ve civarı hakkında şöyle bir ayrıntı da varmış ki ben yeni öğrendim; orada yaşayan popülasyon adeta bir Kanada, bir Amsterdam bilinci geliştirmiş durumda. Zira Türk toplumunda sıklıkla genç kız ve iğrenç adamla özdeşleştirilmiş olan taciz geleneği ihtimal ki 2010 kültür başkenti olmaktan mütevellit aşılmış; cinsiyetçilikten sıyrılmış durumda.

Saat akşamüstü dörtte, kalabalıklık oranı aşağı yukarı Pekin'de yılbaşı kutlamalarıyla Yüksekova'da bir Cem Adrian konseri arasında tanımlanabilecek; yani oturacak yer bulamadığınız fakat oksijen miktarının herkes için yeterli olduğu bir otobüste, yanımda duran adamın müthiş bir cesaret örneği sergileyip pantolonumun önüne umarsızca dokunması da başıma geldi. Ben de her taciz mağduru gibi başta yanlış anladığımı sanıp daha sonra adam ses çıkarmadığımı, hatta küçük çapkınlık macerasına dahil olduğumu falan sanıp elinin yanlışlıkla değmediğini kanıtlama çabasına girişince "N'ooluyo ya?" bakışlarıyla badi badi adamın aurasından uzaklaştım ve takip edilmeme dualarıyla otobüsten indim.

Toplumda cinselliği tabulaştırmanın sonuçlarına en güzel örneği verdin tacizci amca; sağolasın. Sevgilisi olan öğrencisini döven din öğretmeninin, erkeklerle konuştu diye kızını öldüren yobazın, eşcinsel çocuğunu vurdurtan homofobiğin ve hamile kaldı diye evlatlıktan reddedilen kızın babasının zamanında arkadaşlarıyla toplaşıp porno izleyerek mastürbasyon yaparken göz ucuyla diğerlerinin mihrabını kontrol ettiğini, beden derslerinden sonra soyunurken "şakadan" birbirini taciz ettiğini, "bacım" dediği komşusunu düşünerek hamamcı olduğunu, iki çocuğu ve karısıyla onay gören mazbut hayatını sürdürdüğü evine internetten düşürdüğü erkekleri aldığını biliyorum.

Kendini ilk ya da son sanana ne yazık.

GRRRRRRRRRRRHAAAVV!!

14 Şubat 2010 Pazar

on dört şub-arf!


Asiye'm; sevgililer günümüz kutlu olsun.

Başkalarıyla ilgili iyi temennilerim de var ama hepsini yüzlerine söylerim, manyak mıyım tanımadığım birileri okuyacak, sayemde hayatının aşkını bulacak falan; hiç işim olmaz.

Hadi hepi velıntaynz...

Hevh!

10 Şubat 2010 Çarşamba

Bak gene!



Tembelliğimden değil sosyalliğimden mütevellit, malum tatilimde yapıp ettiklerimi yazmayı dönüşüme bıraktım.

Yalnız af buyrun ama ben nasıl durayım, nerelere gideyim, şu canımla neyleyim ki kurdeladan, makromeden artık kafası yüksek takılan hayatımın kadını gene yüzüme tokat gibi inen bir enstantaneyle sabahıma pike yaptı.

Kahvaltı yapıp televizyonun başına geçtim ve beni ''Deryalı günler'' karşıladı. ''Yaratıcılığa gel, hayalgücüne bak!'' falan gibi bir jingle'dan sonra nur yüzlü kreatif tanrıçam günümün aydınlığına aydınlık kattı. Eh, Derya Baykal'ın nasıl bir geri dönüşüm kompulsifi olduğunu siz de bilirsiniz. Bu programda da aşağı yukarı üstte görmekte olduğunuz mouse'u andıran, ancak onun daha bir kullanılmış ve paçoz versiyonu olan altın sarısı bir mouse'un nasıl aksesuar olarak kullanılabileceğini gördüm.

Üstünde hiçbir oynama ya da düzenleme yapmadığınız mouse'u alıp (Böyle USB girişiyle falan ama) boynunuza sarıyorsunuz, memelerinizin arasında tıklanmaya nazır, altın sarısı bir mouse sallanıyor.

Teşekkürler Derya'm, teknolojiyi de ev hanmlarının çamaşır suyu kokulu ellerine alet ettin, yarın bir gün annemin elinden pazar filesi olarak kullandığı laptop kılıfımı kurtarırsam mesulu sen olursun!

Hev!