8 Ağustos 2010 Pazar

İzmir, Karaburun ve hayatımın en güzel tatili (Şekil 1-A)



HAV!

Ne tatildi ey köpüşler tanrısı Ares! Ağustosun ortasında di'li geçmiş zaman kullanmak benim de canımı yaksa da 657. koğuşta vaziyyet bu şekilde iştigal ediyor. Tatilimin son 20 gününün on gününü daha annem babam ve ablamla memleketimde (Evet, köken olarak Yugoslavyalı olabilirim ama kütüğüm Akdeniz vilayetlerinde!) geçirmek zorunda kalmaktan şikayetçi olmam beni başta bayağı rahatsız etti; işin aslı ailemle daha yakın olmak, onların hislerine tercüman olmak, ne bileyim; Çocuklar Duymasın'ın yeni versiyonunu (Önceden söylemişliğim var, tekrar söylüyorum:: Aferin Bir.l G.ven; iyi b.k yedin!) ağız dolusu kahkahalarla, dizlerimi döve döve izleyerek onlara eşlik etmek gibi planlarım olmuştuysa da bunları hayata geçirmeye yeltenmek bile bünyemin alabileceğinden fazlasını oluşturuyor. (Bünyamin değil.)

Biraz toparlayayım. Tatilim şu şekilde cereyan etti: İstanbul-Mersin-İzmir-Mersin. İstanbul'dan Mersin'e ilk gelişimde sorun yoktu, beni bekleyen uzun bir tatil ve dahası İzmir vardı önümde. Asiye'm İzmir'de beni bekliyordu ve bu gidişimle alakalı beklentilerimin tamamen gerçekleşmesi bir bakıma gerçeküstüydü. Bu başka bir konu. Asıl dava, ilk Mersin etabında canımın sıkılmamasını sağlayan beklentinin ne yazık ki zayıflamış olması. Yani önümde tatil matil yok. Muhtemelen cehenneme dönüşecek bir "ramazan ayında niyetli devlet kurumu" kıyameti var. Oradaki angarya işleri saymıyorum bile. Ben hadi bunu da es geçip olumlu yönlerden bakıyorum. (Gerçi azımsanacak gibi de değiller.*) Bu kez de sabırsızlıktan ödem çıkaracak hale geliyorum oramda buramda. Yani bir kere çok sıcak buralar. Veterinerin söylediğine göre güneşe allerjim var. (Ki birincisi, bence klor da olabilir; ikincisi, Asiyem'le güneş allerjisinin ne kadar havalı olduğu üstüne konuşmuştuk, buradan onu da iliştireyim.) Güneşi geçtim, uyunmuyor! Annemlerde kaldığımda beni pamuktan bir "döşek"te yatırıyorlar; ki bu tamamıyla anlaşılabilir çünkü beni o kadar seyrek görüyorlar ki, yakında sırtımda valizimle geldiğimde ilk başta çıkaramayabilecek haldeler. Ama benimki de can demek istiyorum! Ablamda kalsam daha beter; katlanan kanepe! Hani şu "Mino", "Reis" ya da onun gibi geri zekalı isimli firmaların ürettiği, böyle amatör pornolarda kızla oğlanın kirlenmesin diye üstüne çarşaf serip güreştikleri, betondan hallice kanepelerden. Neyse ki ablamın evi nispeten serin. Ama her gece de ablamda kalamıyorum; annemler üzülüyor. Annemlerde de sabahtan akşama kadar Avatar'ın (Aklına öncelikle James Cameron'ın son filmi değil de animasyon dizi gelen parlak tüylü mis popolu köpüşlere bin selam!) sezonlarını sil baştan izlemekten helak olmanın eşiğinden dönüyorum. Yanisi şu ki; istediğim kadar ailemle ilgilenemiyorum diye üzüldüğümü düşünüp kendimi kandırayım: aslında basitçe (*) İstanbul'u, Asiyem'i, bizim tayfayı çok özlüyorum. Bu da burayı çekilmez kılıyor. Sabahtan akşama kadar Avatar, Jay Leno, Ellen DeGeneres (Ki lezbiyen olmak üzereyim) ve Alacakaranlık'ın kitabı (Evet, şu Stephenie Meyer'in yazdığı bestseller! Düşünün artık!) etrafında dönen bir hayattan bahsediyorum. Varın siz hesap edin. ("Hesabedin" yazılmıyordu değil mi bu?)

Ne var ki şu yukarda bahsettiğim Mersin-İzmir-Mersin'in İzmir sekmesi o kadar takdire şayandı ki bir yıllık enerjimi orda topladım diyebilirim.

Sürprizlerle dolu bir kuçu kuçu olduğum için beni İzmir'de bekleyen Asiyem'e 22 temmuzda orada olacağımı söyledim ancak hem on birinci ayımızı birlikte geçirmiş olmak; hem de sürpriz yapıp yarimi sevindirmek adına tam anlamıyla yazın çılgınlığını yapıp İzmir'e bir gün önceden gittim! Beni otobüsten indiğimde eski dostum Fırfır karşıladı. (Ki kendisi beni Guitar Hero ve ordan doğru Playstation illetine bulaştıran bir k.lleş köpüştür.) Arabasıyla yuvasına gittik ve heyecanla Tarçın'ı arayıp beni Asiyem'in evine götürmesini istedim. Neyse ki benim romantik sevgilim bu tarz bön sürprizleri bile coşku ve mutlulukla karşılayacak kadar kalenderdi. Ya da o sırada sıkıntıdan patisinde bir jiletle odasında oturup seçenekleri değerlendiriyor olmasından kaynaklı bir sevinç patlaması yaşadı-bilemiyorum.

Kayınvalidem olduğunu bilmeyen kayınvalidem ve kayınpederim olduğunu bilmeyen kayınpederimle biraz zaman geçirip (Ki sözkonusu kayınpederimle bu "az" gerçekten kelime anlamını ciddi ciddi karşılıyor.) gezmeye çıktık.

İzmir'de benim için bir dolu yenilik oldu; hepsini ayrıntılarıyla anlatmayacağım (Şaka yapıyor olmalısın!). En güzellerinden biri artık bir mit olduğuna (Milli istihbarat gibi değil, banelleşmeyin! "Mith"!) inanma safhasını aşıp bunu "bildiğimi" düşünmeye başladığım Goo Goo ile tanışmak oldu. Sonrasında da Jam ve Dani. Şaşırtıcı bir şekilde hepsini birden sevmem ya hepsiyle oturup içmiş olmamdan ya da İzmir'de Asiyem'in yanında huzur manyağı olmamdan kaynaklanmış olabilir bilmiyorum. (Hepsinin gerçekten iyi havhavlar olması ihtimali de var... Evet ya!) Goo Goo şu sıralar işine duyduğu nefreti bütün kainata yansıtmaktan kendini alıkoyamadığı için biraz gergindi. Jam, pozitifler pozitifi, şekerler şekeri bir kuçukuçu olarak yaş mama tadındaydı. Dani de muhabbeti pek keyifli bir köpüş olarak kayıtlara geçti.

Bunun dışında İzmir: Varan-1; şortlu polisler! Varan-2; muhteşem barlar vegece hayatı! Varan-3; komşunuz kadar sızakkanlı insanlar! Öyle ki Asiyem'le şu tespiti yapmıştık: Zamanında felsefenin doğduğu bu topraklarda yaşayan insanlar elbette ki çağlar boyunca insan ilişkilerinde hoşgörüyü taşıyagelmişlerdir. Yalnız tiyatronun katilini bulamadık. Şaşırdık. Tabii ki Varan-4; Çeşme The Cranberries konseri! Hayatımı grubunu da dinledim, artık rahatça ölebilirim! Tamam, konser alanına gidiş yolu bir hayli "Geçen yaz ne yaptığını biliyorum" havasındaydı ama konserde ben başka bir yerdeydim.

Ama İzmir'le ilgili düşüncelerimin değişmesi beni feci sevindirdi. Bulduğum her fırsatta İzmir ve insanları hakkında atıp tutmak epey aptalca hissettirdi. Aynı şeyi Karadeniz'de de tecrübe etmeyi hedefliyorum şimdilerde.

Bir de Karaburun elbette. On kişilik bir kitleyle tatil yapmak bambaşkaymış. muhtemelen havuzdan kaynaklanan kırmızı benekler vücudumu kaplamasaydı daha az şeyi kafama takardım ama alkol, et ve gece gezmeleri her gözümü kapattığımda hayalime geliyor. Ha, sessiz sinema; tabi! Anlatamadığım "C Blok", Tarçın'ın manyak gibi anlattığı "Şirket" ve Kemik'in "Azınlık Raporu" da zirve benim için.

Fakat bunların hepsi bir yana; İzmir hiçbir şeyi başaramamışsa Asiyem'e tekrar aşık olmamı başarmıştır.

Bayık cümlelerle kafa şişirmeme yeminimden dolayı buraya hislerimi tam olarak yazamıyorum. Ama artık biliyorum ki ne "güven" bu güne kadar bu kadar somut hissedildi, ne de Benekli bu kadar sevildi.

Seni seviyorum İngiliz soylu köpüşüm!