26 Temmuz 2011 Salı

"Hay aksi şeytan!"



Az önce çok sevdiğim bir dostumla konuşurken laf arasında bu cümleyi kurdu. Gerçekten ama gerçekten bu lafı duymayalı o kadar uzun zaman olmuş ki içimden "Baba?" diye geçirdim bir an.

Dün bir fikrim gelmişti, onu yapmak istiyorum. Yer kaplamasın diye telefonumdaki mesajları siliyordum. (Evet, hala aramızda telefon hafızası sınırlı olanlar var.) Ancak bir kısmının gerçekten tarihteki yerini almasını istiyorum. Şu şekilde:

Karabaş: Aşkım evde misin? Geliyoruz da biz.
Çilli: Şey otobüslerde ve minibüslerde organize ustası lider teyze ve amcalar.
Karabaş: Mağdurum ben, mağdurum ben...
Karabaş: Bıdık.
Karabaş. Cücüş nasıl?
Karabaş: Beybi nerdesin? Biz eve geliyoz.
Karabaş: Bişe lazım mı?
Karabaş: Bira?
Karabaş: Asiye?
Karabaş: Ya shen ashırı derecede sevimli bisheysin!
Ceko: O zaman sana "kaset" deyip kaset yerleştirmek istiyorum.
Asiye: Aşkım sonunda Kochlöffel bratwurst satışına başlamış, deniyorum.
Karabaş: Ya sen nerdesin, gelip anahtarı alalım. Üşüdük de biz.
Anka: Baş sigara bağımlısı olarak tiyatromuzda keçiboynuzu kürünü başlatıyorum. Hiçbirimiz akciğer kanserinden ölmiycez. Ohhh yeah!
Çilli: Geliyom dışardan bişi? Prezervatif falan?
Karabaş: Bibitem evde misin? Ben eve gelicem.
Çilli: Kuliste sidiğimi unuttum, bilginize.
Karabaş: Aşkitom evde misin? Geliyoz da biz.
Çilli: O yea kamon beybi, kimse gelmemiş olursa sewişiriz de

7 Şubat 2011 Pazartesi

I.I.S. (Internalized Inferiority Syndrome) ya da B.E.S. (Benimsenmiş Eziklik Sendromu)


İki yazı önce yine g.tümden "Benimsenmiş Eziklik Send-Romu" diye bir şey atmışım, şimdi düşününce gaza geldim ve bunu izah etme teşebbüsü içeren bir yazı yazayım dedim. Çünkü siz de takdir edersiniz ki insanları sabah uyanır uyanmaz yüzlerini bile yıkamadan bilgisayar başına geçiren, sosyal paylaşım sitelerinden bile önce açıp "Bakalım bugün neler oluyor havdedik'te?" diye sordurtan bir blog'un yazarı olmak bütün olumlu özelliklerinin yanında birtakım sorumluluklar da getiriyor.


"Allahaşkına açıkla Can, nedir bu B.E.S?", denizaşırı topraklardaki takipçilerimce de ("takipçilerimce" ne be?) "What the hell is I.I.S. supposed to be?" diye soran mailler bir yana, sözlükte falan da B.E.S. başlığı altında yalan yanlış bilgilendirmelere rastlayınca bu aymazlığa bir müdahale etmem gerektiğinin ayırdına vardım. Umarım bu çalışmamın kıymeti bilinir, yeri geldiğinde akademik camiada hak ettiği yeri bulur. (Uzatmak...)


Sayın okurlar; bilindiği üzere her millete yakıştırılan birtakım betimlemeler vardır. Yok efendim "İngilizler soğuktur", "İtalyan erkekleri seksidir" (Ki burada araya girip "PUHAHAHHAHAAĞĞĞ" demek istiyorum.), "İrlandalılar çok içer" falan gibi. Türkiyelilerle ilgili genellemelere, otobüslerin mola verdiği tesislerde ya da kitap reyonunda sadece çok satanlarla dördüncü sınıf yayınevlerinin pek çok açıdan "ucuz" kitaplarına yer veren efendime söyleyeyim böyle kanguru amblemli falan marketlerle onun ortak kuruluşlarında rastlayabileceğiniz "N'aber dostum, ben Türk'üm", "Bakın Türkler gene ne yapmış", "Bu Türkler yok mu bu Türkleeer!" tarzı şuur fakiri kitapların içeriğini andırmaması açısından girmeyeceğim.


Mamafih (Gelgelelim), madem ki amacımız BES konusunda bilinç kazandırmak (Bak bak, "bilinç" kazandırıyor!) o halde Türkiye insanının kollektif bilincine eğilmek kaçınılmaz.


Türkiye'de yetiştiğimize göre hepimizin "aşırı koruyucu" ailelerin yetiştirme tarzından haberdarızdır. ("Dar-ül Love"a istinaden "Dar-ız Dır" diye tiyatro oyunu mu çıkarmalı?) Çocuk daha bebeklikten itibaren "Başına bir şey gelmesin, b.kuyla oynamasın, soğuğa basmasın, sıcağa da basmasın, kendi başına hiçbir şey yapmasın, biz onun yapacağı her şeyi onun yerine yapalım" gibisinden mesajlar verecek şekilde yetiştirilir. Böyle yetişen çocuk büyüyünce ne olur? Bravo! Özgüven fakiri. Özgüven fakiri bireye göre kabul gören davranışlar ya da en azından hayatını sürdürmenin en mantıklı yolu nedir? Burada da devreye Chuck Palahniuk'un "Choke" ya da Türkçesiyle "Tıkanma" isimli romanındakine benzer bir durum devreye giriyor. "Başkalarının kendisine yardım etmesini sağlayarak aciz vaziyetinin karşısındakine üstün hissettirmesini sağlama hastalığı." Yani? Hep bir ağızdan yanıtladığınızı duyar gibiyim: BES!!!


Tembel insan için karşısındakinin kendisine yardım etmesi ganimettir. Eh, gösteriş meraklısı insan için de çevresindekilere "Aman da ne iyi ne terbiyeli insan, aman da ne ulvi şahsiyet, aman dur ben buna vereyim" gibi kredi kazandıracak tepkiler ganimet olduğundan en sıradan bir yardım bile Esra Er.l formatında bir karşılıklı parmaklaşmaya gidebilir. Toplu taşıma araçlarında oturmaya ihtiyacı olan yaşlı (Gerçek "yaşlı" değil ama, böyle komşusu balkonuna masa örtüsü falan silkelediğinde iğrençleşip ağız dalaşına girecek ya da üst kattaki bekarlar gürültü yaptığında üstün bir performansla yukarıya ışınlanıp saç baş dalabilecek tiynette bir yaşlı) kendini acındırarak tembelliğin müthiş cazibesinin tadına varacak; yer veren "büyüklerine saygılı, terbiyeli, iyi eğitim almış" genç de (Keza o da en iyi ihtimalle toplu taşıma aracındaki karşı cinsin ezici çoğunluğunun kaç birayla "götürülebileceğinin" hesabını yapıp grafiğini bile oluşturmuş bir genç olsun.) etrafından gördüğü takdir ve övgü dolu bakışlar sayesinde minik bir orgazm yaşamış, ereğine ulaşmış olacaktır.


Ne var ki burada mühim olan gencin durumu değil, yaşlı teyze ya da amcanın hayatının geneline "yardıma muhtaç" kimliğini yaymış olmasıdır. Makbul olan dinç kalıp kendi işini kendi gören, kimsenin eline bakmayan birey olmak değil, etrafında kendisine acıyan insanların var olduğunun verdiği güvenle daha ajite, daha fukara görünen insan olmaktır ki, çevrenin de bundan şikayeti yoktur. Zira her genç bir gün yaşlılığı tadacaktır.


Ancak BES için yaşlanmak bir zorunluluk değildir. Umut Sarıkaya bir karikatüründe hastalığında naz yapan N.tella kızına "Ulan hıyarcıklı veba oldun, hala sevimli gibi yaşamaya çalışıyorsun hastalığını." diyerek bashi geçen sendromumuza güzide bir örnek sunmuştur. (Umut Sarıkaya'yı referans gösteren bilimsel yazı?) Şimdi soruyorum: Hepimizin bildiği "nazlı hasta" lar BES'ten muzdarip değildir de nedir?! Onlar hastadır, birileri ona bakmalı, çorba yapmalı, gecenin üçünde kalkıp ballı süt hazırlamalı ve asla "Çok işim var canım, çorbanı kendin içiversen?" gibi kabul edilemez önerilerle gelmemelidir. Hastalığın getirdiği kırgınlıkla mücadele etmek öyle kolay bir şey değildir. Bu yüzden grip olan arkadaşınızın tuvalete kendi kendine gitmesini beklemek neredeyse sizi komik duruma düşürecek kadar aptalca bir fikirdir.


BES'i tedavi etmek için otoritelerin önerilerine açık olmakla birlikte aşağıdaki tavsiyeleri uygulamak da mümkündür:


- Toplu taşıma araçlarında yer vereceğiniz insanın sizden daha çok oturmaya ihtiyacı olduğundan eminseniz yer verin. Otobüste yer verdiği için kendisine "veren" kadınların sayısının gerçekten düşük olduğunu aklınızdan çıkarmayın.


- Tuvalete gidemeyecek kadar hasta olan arkadaşınıza alt bezi kullanmayı önerin. "Bir gün hastalanırsam o da bana bakar." şeklinde bir düşünceye kendinizi kaptıracak kadar alçalmayın.


- Gerçekten çok yakın bir akrabasını kaybeden kişi bir sosyal paylaşım sitesinde bunu ileti yapabilecek kadar sığlaşıp yeni gelinin zekere sarıldığı gibi bilgisayara sarılabilmişse muhtemelen travmayı atlatmıştır. Üstünden bir iki ay geçmeden yakınının ölümünü cümle aleme duyurma gayretindeki tanıdıklarınızı listenizden silin. Tahminen BES'lidir ve o durumda bile ezikliğini avantaja çevirmeye kalkacak kadar iğrençtir.


- Engellilere ihtiyaç duymadıklarında yardım etmeye kalkmayın. BES yalnızca fiziksel ya da zihinsel yönden bir engeli olmayan kişilerde görülür.


- Hiçbir kadın programını izlemeyin. Ayrıca izlememeniz gereken kanallar hakkında bilgi almak için benimle iletişime geçebilirsiniz.


- Ebeveynlerinize ihtiyaçları dışında destek olmadığınızda size kızıyorlarsa onlara lise düzeyindeki kitaplarda bile yazan "Hiçbir çocuk doğmayı kendisi istemez." başlıklı makalelerin bir kısmını okuyun.


- Üstad Umut Sarıkaya'nın eserlerini takip edin. Kendisi "Biliyorsun benim şizofren bir tarafım var." "Ya aslında bende panik atak var." gibi yaklaşımlarla ergen yapaylığındaki eksikliklerin ekmeğini yiyen zihniyetin temsilcilerindeki BES'e dair pek çok eleştiride bulunmuştur.


- Sokaktaki çocuktan alışveriş yapmayın.


- Dilencilere de para vermeyin. Uzakdoğu'da dilencilere para vermek terbiyesizlik sayılır çünkü bu, kendinizi ondan üstün gördüğünüze dair bir toplumsal mesajdır. Anladık, Uzakdoğu'da değiliz ama Türkiye insanının göçebe kültürden getirdiği bilinçaltını hatırlayın ve gittikleri yeri asimile etmeyi değil oranın ne kadar kültürü varsa şak diye benimsemeyi seçtiklerini unutmayın. B.ktan b.ktan şeyleri kendinize atfedeceğinize bir zahmet erdemli mevzuuları da kabullenin.


- Teşhis koymakta zorlanırsanız, Türk sinemasından konu açın. Ç.ğ.n Irm.k ve M.hsun K.rmızıg.l filmlerinin sıkı takipçileri BES'lidir.


For English, press 9.
Hadi bakalım...


Hav!!!

İ.neliğin dayanılmaz hafifliği...



Dün Uykusuz dergisinde Ersin Karabulut'un "Sandık İçi" köşesini okudum. Kadınların yalnızca "kadın" oldukları için neredeyse "pozitif oto-ötekileştirme" şeklinde g.tten atıldığı belli ve geri zekalıca bir tabir kullanılarak tanımlanabilecek bir zihniyetle kendilerini koruma kisvesi altında çirkinleşmelerinden duyduğu rahatsızlıktan bir kez daha dem vurmuş.


(Hatırlayabildiğim hatlarıyla) Ersin Karabulut'un bir önceki yakınmasından örnekleyeyim;


Taksiye bineceksiniz. Bir taksi önünüzde duruyor ve içinden bir kadın iniyor. Siz boşalan taksiye binmek için hamle yapıyorsunuz fakat yanlışlıkla eliniz kadının eline değiyor bir şekilde. Bunun üzerine cinsel açıdan eğri büğrü gelişmiş bütün Türk kadınlarının yapabileceği üzere kadın size ters ters bakıp hızla elini çekiyor ve "ÜFFFF!!!" deyip gidiyor. Siz de orada eline geçen her fırsatta kadınlara temas edip eve gidince elini değdirdiği kadınları tahayyül ederek o fantezi senin bu orgazm benim koşturan bir otuzbirci olarak sap gibi kalıyorsunuz. Ama kadın olduğu için "Çok afedersiniz, yanlışlıkla oldu. Keza isteyerek olsaydı bunu hissederdiniz. Bu yaşınıza kadar edindiğiniz tecrübelerle nasıl bir zihniyet geliştirdiniz bilmiyorum ama inanın dünyada sizinle herhangi bir biçimde fiziksel temas kurmadan da yaşamını sürdürebilecek kayda değer rakamlarda insan var. Ayrıca da kendimi tutmamı bile engelleyecek kadar Perdita (Bkz. 101 Dalmaçyalı) da sayılmazsınız." diyemiyorsunuz. Dediğinizde de zaten tahminen düşünce yapısı gereği ya sizi dinlemeyecek ya da anlamayacaktır. Temelde erkeklerin kötü niyetli olmakla itham edildiği Türk flört camiasında ve bir kadının daha göz açıp kapamadan eline değen erkekle ilgili seksüel düşünceler geliştirip bunları yargılayarak karşısındaki adamı infaz etmedeki hızı tartışılmaya ve takdir edilmeye değer diye düşünüyorum ama o başka bir konu.


Ben buradan yurdum eşcinsellerine getireceğim konuyu. Eşcinsellik derken bu tanımın içine transseksüaliteyi ve travestiliği de eklemekte (Hatta bilhassa eklemekte) fayda var.


Homofobi muhabbetleriyle kafa s.kmek değil niyetim ama sinir bozucu birkaç ayrıntı var. Birincisi erkek eşcinsellerden "erkeksi" tavırlar gösterenler gündelik yaşamda homofobiyle pek mücadele etmek durumunda kalmıyorlar denebilir. Öte yandan metropolde yaşayıp efemine davranışlar gösteren erkek eşcinsellerin nispeten "paçoz" olanları (Bu arada cümlede geçen "paçoz"; sosyo-ekonomik ya da sosyo-kültürel donanımla alakalı normlardan bağımsız değerlendirilsin mümkünse.) herhangi bir yer ve zamanda istedikleri gibi davranabilecekleri ve istediklerine çemkirebilecekleri yargısına kapılmış gibi görünüyorlar. Bunun kaynağında da kapı gibi "i.nelikleri" var. Hani yani itiraz etmeniz ya da terslemeniz halinde "Aaaayyh! Homofobik! Eşcinselim diye değil mi! Bık bık bık..." yapmaya temayülleri vardır. Gözlerini oyup parmağınıza bulaşan rimelleri kiminin Terkos'tan kiminin Topman'dan alınmış kıyafetlerine sürdükten sonra kendilerini nezih bir çöp konteynırına savuruğunuzda da nefret cinayeti işlemiş olursunuz. Heteroseksüelseniz homofobik, eşcinselseniz "Kendi kimliğini kabullenememiş hain" addedilirsiniz. Eşcinsellikle homofobi farklı şeylermiş gibi.


İkinci bir nokta ise bütün bu durumların farkına varmayı reddeden tutuk zekalı eşcinsellerin eşcinselliği (Bir daha "eşcinsel" dersem lütfen yazının bundan sonrasını okumayın ben de çok sıkıldım!") heteroseksüellerin algısına açmaya nasıl bir ket vurduklarını anlamada yaşadıkları zorluk. Bütün "lubunyalar" sözde gay-friendly bünyeler tarafından "Bana ne canım, insanların yatak odasında ne yaptığı bizi ilgilendirmez" yaklaşımıyla yönelimlerinin yatak odasına sıkıştırılmasından rahatsızdır. Ancak bunu istismar etmek de insanlara işin doğrusunu öğretmek açısından bir b.ka yaramaz. Bu şirin paçozlar ailelerinden her nasıl bir eğitim almışlarsa ya da her nasıl bir baskıdan kaçıp da "Böyük şehre" gelerek kendilerini kamuya açmışlarsa insanların gündelik ilişkilerde uymaları makbul olan, yazılı olmayan kuralları g.tleriyle algılamalarından mütevellit; gönül rahatlığıyla hayvanlaşmaktan, bağırıp çağırmaktan, çevrelerini bilinçli biçimde rahatsız etmekten geri durmazlar. Ama siz onlara itiraz edemezsiniz. Çünkü onlar "gey"dir, "ezilmiş"lerdir, "doğduklarından beri baskı altında"dırlar, "babasız büyümüş"lerdir. Bu yüzden onlara müsamaha göstermek zorundayızdır ve kendilerini ne kadar alçaltırlarsa alçaltsınlar; cinsel yönelimlerini kullanarak, "gey" olmaktan başka ayırt edici bir özellikleri ve tanımlamaları olmadığını gözümüze ne kadar sokarlarsa soksunlar; bunun da ötesinde işin tartışmasız en önemli kısmı olan "diğer geylerle ilgili yargılamaları nasıl olumsuz yönde etkileyip karikatürize geyleri medyanın ayaklarına sererek bu konuda bir kara kurbağasından daha bilinçli sayılmayan halkın sair ekseriyetinin sahip olduğu homofobiyi ne kadar körüklerlerse körüklesinler sesimizi çıkaramayız. Yani bu "ebedi haklı" i.neler hem homoseksüellere hem heteroseksüellere rahatsızlık ve zarar verirler. Ama bu konuda hiçbir şey yapmazlar. Yalnız kalmalıdırlar. Uyarılmalıdırlar, beğenilmemelidirler.


Histrioniden muzdarip olduklarından gündüzleri sosyal ortamda amiyane tabirle "mahalle karısı" edasıyla ağız dalaşı yaptığı taksiciye gece rastlayınca kuytuda "ağızdan hizmet veren" muhakeme fakiri bu kuniller komşu ülkede kendileriyle aynı cinsel yönelime sahip insanların vinçle asıldıklarını bilmediklerinden yaşadıkları "şehrin" kıymetini anlamazlar; bu yüzden metropolde yaşamanın da kendince gerektirdiği birtakım normları olduğunu idrak edemezler.


Bilinçlendirmek lazım.
Evet, şimdi kendimi daha iyi hissediyorum.
Hev!

14 Ocak 2011 Cuma

O nasıl bir geliştir 2011?!




HAV!!

İçimdeki pamuk ipliğine bağlı pozitif hissiyatların başına bir halel gelmeden derhal yazıyorum:


2011! Buradan sana sesleniyorum! Bak arkadaşım; 2010 iyiydi hoştu ama sonlara doğru epey s.çıp batırdı, günler karardı, ay tutuldu... Senden de beklentimiz çok yüksekti ama sen de fos çıktın galiba? Sıkıntın ne canım benim? Asiye'yi göremiyorum, işyerimde bunaltıdan öyle bir hal alıyorum ki kulağını dayasan bir Anathema ezgisi yükselecek bünyemden, evde bir coşku seli hakim, malak gibi oluyorum... Sıkıntın ne?!

Başta söylediğim gibi pozitif hissiyatlarım pamuk ipliğine bağlı. Çok ama çok gereksiz bir biçimde. Hani "rahat batıyor" tam karşılamıyor - "G.tteki zeker ihtiyacı" demek daha doğru ama bu da adil değil. Ne yapayım, elimdekine şükredeceğim diye Saba Tümer'e mi dönüşeyim? Hayır efendim, gayet de şikayet ediyorum, nedir yani? Sebebini düşünüyorum, elime net bir veri geçmiyor; ihtimaller olsa da. (Bu kadar da silinmeye layık bir cümle olur muymuş; olurmuş...) Mesela en güçlü ihtimal şu: Ben bir ara karma mantığıyla çevremde olup bitenlere maksimum pozitivizmle yaklaşmaya çalıştım. Hani yani "Evet, ayaklarımın yarim santim ötesine tükürmeye çalışan adam ağzından s.çmış olabilir ama belki de bir sağlık sorunu vardır. " ya da "Facebook sayfamdaki bazı arkadaşlarımın profil fotoğraflarının Nuray Hafiftaş'ın 90'lardaki 'Asker yolu' vb. albümlerinin fotoğraflarını andırıyor olması ve bunların sair arkadaşlarınca 'Cnm chok tatli cikmissin.' veyahut 'Budur işte ya! Budur!!' biçimlerinde yorumlanması ne kadar yanlışsa, benim bu arkadaşlarımın fotoğraflarına 'İşte bunlar hep sevişememekten, bir sevişseniz bir şeyciğiniz kalmayacak' yazıp kendilerini listemden silmeyi planlamam da o kadar yanlış." gibisinden. Fakat anladığım kadarıyla bir şeyler ters gitti ve ben bu ve benzeri düşüncelerimi çokça bastırmaya çalışmış olacağım ki teşebbüs ettiğim iyimser yaklaşım bana yol, su ve minör depresyon olarak geri döndü.


Neyse, şikayetin b.kunu çıkarmayayım. Bir sürü yenilikle geldi 2011, burası bir gerçek. 2010'da başladığım spor etkinliği, (Evet, yapılamaz denileni yaptım, ciddi ciddi spora başladım ama o da şu aralar hüsranla sonuçlanmaya doğru emin adımlarla gidiyor çünkü beslenme uzmanının " Sen istediğin kadar çalış, o gördüğün Rottweiler'ların kaslarına sahip olamazsın, ilaç kullanmadan kimse sahip olamaz." şeklindeki açıklaması üstüne motivasyonum, sahibi dana rosto yerken mama kabına kuru mama koyup bunu iştahla yemesi beklenen Asiyem'in hevesiyle aynı seviyeye indi.) henüz birkaç aydır çalışmama rağmen ümitli olduğum ney üfleme girişimi, (Ki sinirlenip aleti kemirmeye başlamadığım için her gün kendimi köpek bisküvisiyle ödüllendiriyorum.) fena halde bodoslama atladığım uzun metraj film çekimleri (İsmi Baks Bani'dir ve tahminen süper bir şey olacaktır.) ve elbette Mekan.Artı'nın açılışı, Asiyem'e karşı duyduğum tarifsiz gurur.


2011'e giriş de pek bir şenlikli oldu. G.tümüzü yaya yaya eğlendiğimiz (Kendi Mekan'ımız; o bakımdan.) bir bar ortamı yaratıldı ve optimum sayıdaki dostlarla karaoke, dans ve daha nice [YAZAR BURADA EDEBİYAT YAPMAYA ÇALIŞMIŞ VE SAHİBİ TARAFINDAN KAFASINA GAZETEYLE VURULARAK SANSÜRLENMİŞTİR.]

Bütün geceyi sadece iki fotoğrafla tamamlamış ve sonunda beton gibi kafayla yuvamın salonunda uyuyakalmış olsam da bana o geceyi yaşatan Asiyem'e, Birg'e, Jam'e, Anka'ya, Çilli'ye, Tarçın'a, Karabaş'a, Dani'ye, Nart'a, Nazo'ya, Absynth'e, Philly'e ve Çiyan'a binlerce teşekkür!!!