Geçtiğimiz haftayı özetliyorum:
Pazartesi: OKUL
Salı: RAPOR (Üst solunum yolları enfeksiyonu.)
Çarşamba: RAPOR (Üst solunum yolları enfeksiyonu.)
Perşembe: OKUL
Cuma: RAPOR (İdrar yolları iltihabı ve böbrek taşı!)
Yani şöyle ki normalde olması gereken böyle evvelsinde semptomların gözlenmesi, hafiften başlamasıyken bendeniz bir sabah uyanıyorum, farenjitim; iki gün sonra sabah dörtte sancılar içinde gözlerimi açıyorum, böbreeem taşlanmış! E bu kadar ıstırabın üstüne de üstteki fotoğrafı çekmem farz oldu. Tanıştırayım, bir haftadır kommensalist yaşadığım ilaç kardeşlerim. (Küçük oldu biraz, evet.)
Bu arada hastalığın iyisi kötüsü olmaz ama eğer birisi (Ama muhtemelen bayağı bayağı kayışı koparmış, böyle gözü bir deli deli bakan birisi) karşınıza çıkar da "Senin hastalanmana karar verdik, seç birini!" diyecek olursa, aklınız varsa böyle bol öksürüklü, hapşırıklı, ateşli, halsizlikli bir şey seçin. Bugüne kadar edindiğim tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki böbrek taşı, diş çürümesi gibi hastalıkların en keskin özelliği sizi her daim ayık tutması. Derler ki, "Böbrek Taşı, organizmada on espresso gücündedir!" Tıpkı ertesi sabahında erken kalkmanız gereken bir akşama çöreklenen pişkin, kayış suratlı, utanmaz arlanmaz bir misafir gibidir. Gözlerinizin ağırlaşmaya başladığını fark ettiğinde makul homo-sapiensler gibi üstünüze bir şey örtüp kısık sesle televizyon izlemek, internette takılmak ya da bilgisayarda freecell oynamak gibi alternatiflerin hepsini bir paçavra gibi kenara atıp şanslıysanız parmağıyla, gerçekten talihsizseniz ayağının tozlanmış tabanıyla sizi dürtüp "Abi ne tavuk çıktın ya, iki kelam edelim dedik." lakayıtlığını gösterebilen tanıdıklar gibidir. Hatta onlardan da beterdir. Uykunuzun en olmadık yerinde size "BÖÖÖAAAHHH!!!" yapıp "NIHAHAHAAOAHAOAHAOHA!" diye güler. O güldükçe siz ağlarsınız çünkü pek çok rahatsızlığın aksine ne diş çürüğü ne de böbrek taşında acıyı azaltabileceğiniz bir pozisyon yoktur. İki şansınız vardır. Kaba etinize şöyle kallavi bir Novalgin vurdurtmak ya da meditasyon. Ben birincisini seçtim. Spiritüel yanıma o sancıyla pek güvenemedim.
Gerçi ben pek ehil sayılmam. Böbrek taşı konusunda başlangıç seviyesindeyim. Umarım daha üst kurlara çıkmak zorunda kalmam zira sağlık güvencem olmasına rağmen üstte gördüğünüz yedizlere (yezid de olurmuş aslında) elli lira kösüldüm. Paradan da öte, taş dökenlerin hikayeleri var ki dinlemeye doyum olmuyor. Kadınlar bile ne çok acı çektiğini ifade derken erkeklerde idrarın doğayla buluşması için katetmesi gereken yolun uzunluğuı göz önünde bulundurulunca insanın yolu kısaltmak için alternatifler üretesi geliyor.
Bir de gene tuhaf bir şey oldu. Sabah beşte Asiye'm artık benim çığlıklarımı bastırmaya çalışmama dayanamayıp Taksim İlkyardım'ın aciline götürdü. Acildeki gayet ilgili doktora belimde ağrıyan yeri gösterdim ve aynı ağrının sağ testisime de vurduğunu söyledim. İdrar tahlili, kan tahlili ve röntgenden sonra muayene etmek için beni kabinimsi şeylerden birine soktu ve testisimde şişkinlik olup olmadığını sordu. Ben de bir farklılık olmadığını söyledim. "Yine de bakalım." dedi. Ben de ne tebabet ne umumiyette utanmanın yersizliğine olan inancımla soyundum. Fakat muayene falan etmedi. Böyle hafifçe dokundu falan. Sonra sırtüstü uzanmamı istedi. Karnımı muayene etti ve yanına yolluk alır gibi son bir kez daha amaçsızca, yumuşak bir parmak hareketiyle dokundu. O sırada aklıma hemen dışarda bütün yarım kalmış uykusu ve özverisiyle yarenim Asiye geldi. Doktorun dokunup muayene "etmeme" seansı bitince giyindim ve çıktım.
Ellendiğimle kaldım...
Sağlık her şeyin başı.
HAVVHŞU!