27 Mart 2010 Cumartesi

27 MART!!!


Cümle alemin dünya tiyatrolar günü kutlu olsun. Şarap hem neşe hem tasa versin, Dionysos'a şükranlar sunulsun.
Dev ekranlar binyılların etine kemiğine karşı savaşını sürdüredursun, pikselle ten bir olur mu?

26 Mart 2010 Cuma

Pişkin çörek


Geçtiğimiz haftayı özetliyorum:
Pazartesi: OKUL
Salı: RAPOR (Üst solunum yolları enfeksiyonu.)
Çarşamba: RAPOR (Üst solunum yolları enfeksiyonu.)
Perşembe: OKUL
Cuma: RAPOR (İdrar yolları iltihabı ve böbrek taşı!)
Yani şöyle ki normalde olması gereken böyle evvelsinde semptomların gözlenmesi, hafiften başlamasıyken bendeniz bir sabah uyanıyorum, farenjitim; iki gün sonra sabah dörtte sancılar içinde gözlerimi açıyorum, böbreeem taşlanmış! E bu kadar ıstırabın üstüne de üstteki fotoğrafı çekmem farz oldu. Tanıştırayım, bir haftadır kommensalist yaşadığım ilaç kardeşlerim. (Küçük oldu biraz, evet.)
Bu arada hastalığın iyisi kötüsü olmaz ama eğer birisi (Ama muhtemelen bayağı bayağı kayışı koparmış, böyle gözü bir deli deli bakan birisi) karşınıza çıkar da "Senin hastalanmana karar verdik, seç birini!" diyecek olursa, aklınız varsa böyle bol öksürüklü, hapşırıklı, ateşli, halsizlikli bir şey seçin. Bugüne kadar edindiğim tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki böbrek taşı, diş çürümesi gibi hastalıkların en keskin özelliği sizi her daim ayık tutması. Derler ki, "Böbrek Taşı, organizmada on espresso gücündedir!" Tıpkı ertesi sabahında erken kalkmanız gereken bir akşama çöreklenen pişkin, kayış suratlı, utanmaz arlanmaz bir misafir gibidir. Gözlerinizin ağırlaşmaya başladığını fark ettiğinde makul homo-sapiensler gibi üstünüze bir şey örtüp kısık sesle televizyon izlemek, internette takılmak ya da bilgisayarda freecell oynamak gibi alternatiflerin hepsini bir paçavra gibi kenara atıp şanslıysanız parmağıyla, gerçekten talihsizseniz ayağının tozlanmış tabanıyla sizi dürtüp "Abi ne tavuk çıktın ya, iki kelam edelim dedik." lakayıtlığını gösterebilen tanıdıklar gibidir. Hatta onlardan da beterdir. Uykunuzun en olmadık yerinde size "BÖÖÖAAAHHH!!!" yapıp "NIHAHAHAAOAHAOAHAOHA!" diye güler. O güldükçe siz ağlarsınız çünkü pek çok rahatsızlığın aksine ne diş çürüğü ne de böbrek taşında acıyı azaltabileceğiniz bir pozisyon yoktur. İki şansınız vardır. Kaba etinize şöyle kallavi bir Novalgin vurdurtmak ya da meditasyon. Ben birincisini seçtim. Spiritüel yanıma o sancıyla pek güvenemedim.
Gerçi ben pek ehil sayılmam. Böbrek taşı konusunda başlangıç seviyesindeyim. Umarım daha üst kurlara çıkmak zorunda kalmam zira sağlık güvencem olmasına rağmen üstte gördüğünüz yedizlere (yezid de olurmuş aslında) elli lira kösüldüm. Paradan da öte, taş dökenlerin hikayeleri var ki dinlemeye doyum olmuyor. Kadınlar bile ne çok acı çektiğini ifade derken erkeklerde idrarın doğayla buluşması için katetmesi gereken yolun uzunluğuı göz önünde bulundurulunca insanın yolu kısaltmak için alternatifler üretesi geliyor.
Bir de gene tuhaf bir şey oldu. Sabah beşte Asiye'm artık benim çığlıklarımı bastırmaya çalışmama dayanamayıp Taksim İlkyardım'ın aciline götürdü. Acildeki gayet ilgili doktora belimde ağrıyan yeri gösterdim ve aynı ağrının sağ testisime de vurduğunu söyledim. İdrar tahlili, kan tahlili ve röntgenden sonra muayene etmek için beni kabinimsi şeylerden birine soktu ve testisimde şişkinlik olup olmadığını sordu. Ben de bir farklılık olmadığını söyledim. "Yine de bakalım." dedi. Ben de ne tebabet ne umumiyette utanmanın yersizliğine olan inancımla soyundum. Fakat muayene falan etmedi. Böyle hafifçe dokundu falan. Sonra sırtüstü uzanmamı istedi. Karnımı muayene etti ve yanına yolluk alır gibi son bir kez daha amaçsızca, yumuşak bir parmak hareketiyle dokundu. O sırada aklıma hemen dışarda bütün yarım kalmış uykusu ve özverisiyle yarenim Asiye geldi. Doktorun dokunup muayene "etmeme" seansı bitince giyindim ve çıktım.
Ellendiğimle kaldım...
Sağlık her şeyin başı.
HAVVHŞU!

21 Mart 2010 Pazar

Temayül-ü zekerden halas olmaca...


Bu fotoğrafı yaklaşık bir hafta önce facebook'ta profil fotoğrafı yapmıştım, bir arkadaşımın albümünde görüp; altına da şu yorumu yazmıştım: "Kendini tanıyan Türk insanı. Biz zaten bakmıyorduk, sen niye tuvalet fantezisi yaptın ki şimdi durduk yere? Bak bak, adamın aklından çıkamamış başkalarının avret yerini görme fikri de yazı asmak zorunda kalmış... Bu yazının çıktısını aldığın bilgisayarda ne izledin bakayım?"
Derken bugün taze dostum Ozzy beni aşağıda linkini verdiğim internet sitesiyle tanıştırdı; daha bir şevklendim.
Sitede eşcinselliğin bir hastalık olmadığı, yalnızca içinize şeytan ya da cin kaçınca ortaya çıkan ruhsal bir problem olduğu ifade ediliyor ve bunun tedavisi olarak yedi gün boyunca abdest aldıktan sonra içine üfleyip içtiğiniz suyun üstüne uzunca bir dua okunarak arınmak gösteriliyor.
Ayrıca %100 garantili sonuç verdiği de ekleniyor. Daha fazlasını ben anlatmayayım; cahil k.dilerin g.tlerinden uydurdukları bu nadide teorileri siz inceleyin. Bir de bakın bakayım oradaki makaleleri yazan Türkçe dilbilgisi fakiri vatandaş eşcinsel olmadan nasıl oluyor da bu kadar ayrıntılı bilgi verebiliyor? Ben anlayamadım, anlayan bir zahmet kuyruğumun altını koklayıversin...
GRRRRR!!!!!!!!!!

1 Mart 2010 Pazartesi

Yine, yeni, yeniden Karabaş!


Muhtemelen çetemizdeki en pervasız, en dalgacı kuçu kuçu olan Karabaş; artık eski işinden ayrılıp özel bir işyerinde öğretmenlik yapmaya başladı.


Çalıştığı yerdeki öğrenciler, her türevde gerek yaş gerek kuru köpek mamasının şeceresini çıkarmış ve yerleri kokladığında kendisine tanıdık gelmeyen tek bir çiş kalıntısına dahi rastlayamayacak sosyallikte bir öğretmene sahip olduklarını bilseler ne bahtiyar olurlardı!


Ne var ki zaten sevgili Karabaş bu mazbut, saygın ve terbiyeli maskesini çok da uzun süre kullanabilecek gibi gelmedi bana. Şuradan hareketle söylüyorum:


Saygıdeğer okurlar, öyle bir öğretmen düşünün ki çalıştığı yerdeki ilk dersine girmek üzere sınıfa giriyor; öğrenciler yok! "YOK" ama... Sonra bu şirin köpecik bütün normal köpeklerin yapacağı üzere eşyalarını toplayıp dershaneden ayrıl-MIYOR; artık beyninin hangi kısmı bunu yapmak üzere onu etkilediyse tahta kalemini alıp tahtaya "KARABAŞ HOCA İLK DERSİNE GİRDİ, G.T OLDU" yazma ihtiyacı hissediyor. Fakat konu bu değil, tahta kaleminin silinmemesi. Tahta silgisi, ıslak mendil, ıslatılmış peçete, sabunlanmış peçete ve g.t tutuşması biraderlerin ortak çalışması sonucunda nihayet silinen yazının anısının izleri, kendisinin aksine yıllarca yüreğimizden ve dillerimizden silinmeyip baki kalacak.


Bravo Karabaş, bravo; bir dahaki sefere şikayetini bildirmek için onlarca yöntem arasından sınıftaki yazı tahtasını doldurmayı seçecek olursan, isminin yanına bir küfür yazmamaya dikkat et.


Hev!